
Milena kamp alanına vardığında yağmur yağmaya devam ediyormuş. Lider Malahida, bütün gece bir saniye bile olsun gözlerini kırpmadan dürbünle şehre bakmış. Milena oğlunu bir süre uzaktan izledikten sonra ağır adımlarla yanına gitmiş. Malahida, kimin geldiğine bile bakmadan, “Çok önemli bir şey değilse git başımdan.” demiş. Milena “Hızlı hareket etmeliyiz.” diye cevaplamış. Kahinin sesini duyan Malahida afallamış. Dürbünü yere düşürmüş. Bulutların birbirine çarpmasıyla göğü aydınlatan ışık Milena’nın yüzüne vurmuş. Malahida, Milena’yı ilk kez annesi olarak görüyormuş. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilememiş. Milena, yıllardır sakladığı gerçekler yüzünden sarılamadığı oğlunun kollarına atılmış. Malahida bu ana hem duygusal hem mental olarak hiç hazır değilmiş. Düşünmeye pek zamanı olmamış. Ama zaten kafasında tasarlayıp bu ana daha önce hazırlanmış olsa da şu an yine hazırlıksız yakalanacakmış. Kendisine sarılan annesine karşı tepkisiz kalmış. Kısa bir süre sonra Milena kendisini geri çekmiş ve “Konuşulacak çok şey var. Ama şu an yapmamız gereken tek şey Buffalo Joe ile Trumpus’u o şehirden çıkarmak.” demiş.
Buffalo Joe belinden lavanta yağını çıkarmış ve eli kolu bağlı hareket etmeye çalışan Trumpus’a koklatmış. Trumpus bayılınca ayağının bağlarını çözüp gelincikleri belindeki kara deliğe geri koymuş. Sonra da Trumpus’u bir direğin yanına sürükleyip sıkıca o direğe bağlamış. Alexa babasını öyle görmeye dayanamıyormuş. Ama yaptıklarının karşılığında, bu gördükleri kaçınılmaz sonmuş.
Lider Malahida kurmaylarını toplayıp kısa bir toplantı yapmış ve sadece süvarilerle yapılacak bir saldırı planlamışlar. Amaçları askerlerin dikkatini dağıtmakmış. Böylece dedemlerin şehirden çıkmasını sağlayabilirlermiş. Ellerinde kalan bütün atları saymışlar. Malahida’nın atıyla birlikte tam 324 at varmış. Süvariler kısa sürede taarruza hazır hale gelmişler. Milena tekrar dedemlerin yanına dönmek istemiş ama seyahat iksirini hazırlaması için gereken bitkileri bulması zormuş. Ayrıca bulsa bile yağmurdan ötürü ıslanan yapraklar Milena’nın işine yaramazmış. Ancak Milena’nın bir şekilde şehre girmesi gerekiyormuş. Etrafta dolanıp iksiri için gerekli malzemeleri toplamak için işe koyulmuş. Yaprakları kurutup iksiri yapmak için biraz zamana ihtiyacı varmış. Bu arada yağmur hala yağmaya devam ediyormuş ancak etkisini iyice azaltmış. Atlılar Malahida’nın emriyle şehre doğru yola çıkmışlar. Ormandan çıkıp şehrin önüne gelene kadar meşalelerini yakmamışlar. Günün aydınlanmasına yaklaşık 2 saat varmış. Şehrin girişindeki gözcüler ve nöbetçi askerler, onlara doğru gelen 324 süvarinin farkında değilmiş. Atlarıyla ormandan çıkan askerler birer birer meşalelerini yakmış ve kendilerini göstermişler. Şehrin surlarının üstünde bir hareketlilik başlamış. Süvariler, ellerinde meşalelerle adeta bir kareografi sergiliyormuş. Atlarını dans edercesine süren askerleri görüp telaşa kapılan gözcüler durumu üstlerine rapor etmişler. Direniş askerlerinin şehrin kapısına dayandığı haberi kısa sürede başkan Trumpus’un özel kalemine kadar ulaşmış. Fakat kimse Trumpus’u bulamıyormuş.
İksirini hazırlayan Milena, dedemlerin yanına gitmiş. Trumpus ayakta, gözleri kapalı, bir direğe bağlı şekilde duruyormuş. Dedem ise Trumpus’un ayaklarının dibinde bağdaş kurmuş, elinde Bıçakçı Veli’nin ufak bıçağıyla Reis Salyangözü’nün kabuğundaki yosunları temizliyormuş. Milena, dedeme planı anlatmış. Trumpus’u çözmeden direği yerinden çıkarmışlar. Dedem dışarı çıkıp küçük bir yük arabası bulmuş ve arabayı saklandıkları yerin önüne çekmiş. Milena’nın da yardımıyla Trumpus’u yük arabasına yüklemişler. Trumpus’un üzerine buğday ve patates yığıp yük arabasının üstünü örtmüşler. Sonra da yük arabasıyla birlikte limana doğru hareket etmişler.
Bu sırada bütün askerlerin dikkati şehrin önüne gelen süvarilerdeymiş. Meşaleleriyle kareografi oluşturacak bir rota izleyerek koşturuyorlarmış. Yüksek rütbeli askerler, şehrin surlarının üzerinde bu ışık şovunu izliyor, buna bir anlam vermeye çalışıyormuş. Şehrin içindeyse farklı bir hareketlilik varmış. Trumpus’a yakın olan herkesin evine gidilmiş. Bir çoğu uyuyan bu insanlar uyandırılmış ve başkanı arama çalışmalarına dahil edilmiş. Şehirde bu insanlar dışında uyanık olan tek kesim balıkçılarmış. Nehrin güvenli bölgelerinde balık tutup taze balıkları pazarda ve restoranlarında satmak üzere uyanan balıkçılar, limanda hazırlıklarını yapıyormuş.
Buffalo Joe ile Milena limana varmışlar. Dedem, limana indiği gün balıkları verdiği restorana girip sahibini bulmuş ve “Borcunu ödeme vakti geldi.” demiş. Daha gün aydınlanmadan dedemin gelmesine şaşıran adam “Ne kadar istiyorsun?” diye sormuş. Dedem “Para istemiyorum. Satmak üzere buradan aldığım bir yük arabası dolusu kuru yüküm var. Bunları kendi kanomla taşıyamam. Senin teknene ihtiyacım var. Beni ve yükümü nehrin ötesine taşımanı istiyorum. Nehrin ötesinde bir başka tekne beni bekliyor olacak” demiş. Nehrin ötesine geçmek riskliymiş ama balıkçılar o bölgeye gitmekten çekindiği için balık bolluğu ve çeşitliliği de daha fazlaymış. Aldığı balıklar karşısında ucuz bir bedel ödemiş olacağını düşünen restoran sahibi ihtiyar balıkçı, dedemin teklifini kabul etmiş.
Buffalo Joe, Milena’nın yanına dönüp “Bir tekne ayarladım. Buradan çıkıyoruz.” demiş. Milena “Ben kalıyorum. Halletmem gereken bir iş var. Siz gidin.” diye cevap vermiş dedeme. Dedem, Milena’nın cevabını hiç sorgulamadan, tekneye yönelip ihtiyar balıkçıyla birlikte nehre açılmış.