1.7 MİLENA’YA TABLETLER

Salyangoza dönüşen Reis, başına geleni dedemle Aztekli’nin konuşmalarından anlamış. Ağzından dökülen ilk sözcükler ise ” Sizin ben yapacağınız şişeyi s*keyim. ” olmuş. Gülmekten kendini alıkoyamayan dedem Reis’i düşürmemek için yere bırakmış. Reis o sırada söylenmeye devam ediyormuş. Dedem başımıza daha ne gelecek acaba diye düşünürken; Aztekli Reis’e sessiz olmasını söylemiş ve dedeme bakıp ” Dışarıda birisi var. ” demiş. Reis’in mağaranın duvarına dayalı duran baltasını alıp yavaş adımlarla çıkışa yönelmiş. Bulutların ardındaki ay, gecenin zifiri karanlığını biraz olsun kırıyormuş. Dışarı çıkan Aztekli, çalıların ardında gizlenmeye çalışan adamı görmüş. ” Çık ortaya! Kim var orada? ” diye seslenmiş. Adam, Aztekli’nin dediklerini anlamasa da, bir eli havada diğer elinde bir tabletle çalıların arasından çıkmış. Yavaşça Aztekli’ye doğru gelmiş. Baltasını tehditkar bir biçimde tutan Aztekli, adamın masumiyetini görünce biraz rahatlamış ama yine de tedbiri elden bırakmamış. Adam iyice yakınlaşıp elindeki tableti Aztekli’ye uzatmış. Çekçe konuşan adamı da Aztekli anlamamış. İspanyolca cümlelerine de tepki alamayan adam, Anadolu halkının dilinde ” Çok açım. Lütfen bana yemek verin. ” diyince; bir süredir orada yaşadığı için yerel halkın dilini yarım yamalak da olsa öğrenen Aztekli, adamı içeri davet etmiş. Dedem Reis’e ” Sen ne yersin, ne içersin. Onu da bilmiyoruz ki. ” gibisinden bir şeyler söylerken Aztekli ile adam gelmişler. Aztekli hemen adama da kekten vermiş. Bir oturuşta kalıptaki kekin geri kalanını bitiren adam, Milena adında bir kadının onu buraya gönderdiğini söylemiş.Elindeki tableti de Milena vermiş. Dedem tableti incelemeye başlamış ve üzerinde Güney Amerika yerlilerinin çizimleri olduğunu görmüş. Aztekli’ye dönüp ” Bunları bizim oralardan birileri yapmış. Bu adamın bizimle bir şekilde bağlantısı var. ” demiş.

Aztekli: ” Nerelisin? Kimsin sen? “

Adam: ” Avrupa’dan geliyorum. Doğup büyüdüğüm köyün insanları kendilerine Çekler diyor. Köyümüzü bastıklarında 29 yaşındaydım. Halk ile birlikte direnişe katıldım ama ben yazarım. Anlamam toptan tüfekten falan. Çoluğu çocuğu bıraktım, direnişten ayrılıp köyden kaçtım. Biraz uzaklaştıktan sonra bir ormana girdim. Ormanda temkinli bir şekilde ilerlerken bir ev fark ettim. Büyülü gibiydi. Beni kendine çekiyordu. Bu güçlü çekim kuvvetine karşı koyamadım ve eve doğru yürümeye başladım. Etrafta kimsecikler yoktu. Kapının birkaç adım gerisinde durup seslendim. Hiçbir cevap gelmeyince bir daha seslendim. Yine tepki gelmedi. İçeri girmeye çekindim ama oradan da ayrılamadım. Bir taşın üzerine oturup bir şeyler yazmaya başladım. Çünkü ben bir yazarım. Neyse… Bir süre sonra Milena elinde odunlarla geldi. Yani o sırada ismini bilmiyordum ama tanışınca öğrendim. Milena’ya ilk görüşte aşık olmuştum. Birkaç ay onunla yaşadım. Bana hep çok iyi davrandı ama aşkıma karşılık vermedi. Çok farklı bir kadındı. Tek başına yaşıyordu. Kıyafetleri sizinkilere benziyordu. Evde sürekli bir şeyler kaynatıp birtakım sözcükler söyleyip ayinler yapıyordu. Ne kadar üzülsem de bu karşılıksız aşkın bir sonunun olmayacağını ve oradan ayrılmak gerektiğini kabullendim. Gitmeme yakın bir gün bu ayinler sırasında, 11 yıl sonra bir dolunay gecesinde onun topraklarından gelen iki adamla görüşeceğimi, bu tableti de onlara vermem gerektiğini söyledi. Tablete bir şey olursa o adamlar benim yüzümden ölecekmiş. Öyle dedi. Bu yıl o ayin gecesinin 11. yıldönümü. Yılın başından beri her dolunay gecesi elimde tabletle, değişik giyinmiş iki adama rastlamak için etrafta dolanıyorum. Acaba yanlış yerde miyim diye kendimi sorgulamaya başlamıştım. Bu gece de rastlamasaydım başka bir şehre gidip şansımı orada deneyecektim. Kader bu ya, olacağı varsa olur demişler. Bu gece 3 adam gördüm. Biri sendin. Sende kırmızı kapüşon vardı ama diğer iki adamın aradığım adamlar olduğunu hissetmiştim. Şimdi buradayım. Ne olduğuna, ne oluyor olduğuna, ne olacağına, tablette ne yazdığına dair en ufak bir fikrim yok. Milena’yı da bir daha görmedim. Ona sürekli tabletler yazıp gönderdim ama hiç cevap vermedi. Bu arada, benim adım Franz Kafka. Her şey olması gerektiği gibi: Üzüntülü ve ağır… “

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑