
Şehir yeni uyanıyormuş. Kralın yokluğunu halktan saklayan askerler, gizli bir arama çalışmasına başlamışlar. Kralın danışmanları ve Guantanamo Belediye Başkanı acil bir toplantı yapmışlar. Bu toplantıdan şu sonuçlar çıkmış:
- Şehrin kapıları giriş-çıkışa kapatılmıştır.
- Son 48 saat içerisinde şehre giriş yapan herkes gözaltına alınacaktır.
- Askerler, şüpheli gördükleri şahısları halkın tepkisini çekmeyecek şekilde sorgulama yetkisine sahiptir.
- Kralın baş danışmanı, öğlene kadar kral bulunamazsa, kralın hasta olduğunu ve bu yüzden dışarı çıkamadığını halka duyurmakla yükümlüdür.
- Şehirde gizli ilan edilen OHAL koşulları, ikinci bir karara ya da Kral Pedro bulunana kadar geçerlidir.
Şehrin sokaklarındaki devriyeler, önce yerinde bulunmayan esnafları tespit etmişler. O gün dükkanını geç açan, başka işi olduğu için açamayan kim varsa onun kapısına gidilmiş. Şüpheli tavır sergileyenlerin evlerine girilmiş ve bunun rutin bir kontrol olduğu söylenmiş. Bir kısım asker ise son 48 saatte şehre giriş yapanları bulmaya çalışıyormuş.
Dün gece kralın kaldığı evin etrafındaki nöbetçiler, aralarında konuşup dünkü durumlarından kimseye bahsetmeme konusunda anlaşmışlar. Zaten onlar da gözaltındaymış. Devriyeler ikili ekip halinde geziyorlarmış. Ekiplerden birini, ikiz kardeş olan iki asker oluşturuyormuş. İkizlerden biri diğerine “Bankta uyuyan şu ihtiyarı görüyor musun? Dün şehrin girişindeki kulede nöbetteydim. O ihtiyar benim nöbetimde içeri giren adam olabilir.” demiş. İkizler uyuyan adamın yanına varmış. İkisi de aynı anda adamın omuzlarını dürtüp “uyan” demişler.
Uykusundan uyandırılan Aztekli, irkilerek gözlerini açmış. Başında duran insanların suratlarının aynı olduğunu görünce rüya gördüğünü düşünüp diğer tarafa kıvrılmış ve gözlerini kapatmış. Aztekli’nin hareketine anlam veremeyen ikizler aynı anda “Sana kalk diyorum ihtiyar. Tutuklusun.” diye seslenmişler Aztekli’ye. Uyku sersemi Aztekli kısa sürede kendine gelmiş ve aklından önce “iyi ki uyandırdılar” düşüncesi geçmiş. Çünkü şehri terk edip Buffalo Joe ve diğerlerinin ne yaptığını, planın işleyip işlemediğini bilmiyormuş. Gözlerini açıp tekrar başında duran askerlere bakmış. Adamların tıpa tıp aynı kişi olduğunu görünce dün gecenin etkisinin devam ettiğini düşünmüş. Dün gece, kralın evinin çevresinde nöbet tutan dört asker orada yalnız değilmiş. Onları muhabbete tutan asıl adam Aztekli’ymiş.
İkizlerin sabrı tükenmiş. Aztekli’yi kolundan tutup kaldırmışlar ve aynı anda “Bizimle karakola geliyorsun.” demişler. İkizlerden birinin sağ gözünde diğerinin sol gözünde %30 görme kaybı varmış. Biri sağlak diğeri solakmış. Sağlak olan futbol oynarken sol ayağını, solak olan da sağ ayağını kullanıyormuş. İşin asıl enteresan tarafı; birinin babasının adı Phalaris, diğerinin Perillus’muş. Aslında ikizlerin arasında bir yaş fark varmış. Aynı anne, bir yıl arayla farklı adamlardan aynı çocuğu doğurmuş. Phalaris acımasız bir dahi, Perillus ise onun sadık hizmetkarıymış. Anlatılanlara göre Phalaris, eşi ile hizmetkarı Perillus arasındaki ilişkiyi öğrenmiş ve Perillus’a bronz bir boğa yapmasını emretmiş. Perillus, efendisinin isteğini yerine getirmiş ve yaptığı boğayı, atölyenin en güzel yerinde Phalaris’e sunmuş. Boğayı beğenen Phalaris, hizmetkarına boğanın içine girmesini söylemiş. Perillus boğanın içine girince boğanın kıçındaki kapağı dışarıdan kapatıp kilitlemiş. .Bir kış akşamıymış ve şömine çıtır çıtır yanıyormuş. Ateşin üstünde kocaman bir kazan varmış. İçinde bulunan yağ kızarmaya başlamış. Phalaris bir sigara yakmış ve yağın iyice kızışmasını beklemiş. Eldivenlerini giyip kazanı iki sapından kavramış ve litrelerce kızgın yağı, bronz boğanın ağzından içeri dökmüş. Ne ile karşılaştığını bile anlaması zaman alan Perillus, içeride can çekişerek bağırmaya başlamış. “Yan!” diyormuş Phalaris, “Bir ses gibi, herkes gibi, dünler gibi yan”. Perillus’un çığlıkları zamanla azalmış ve zavallı adamcağız canlı canlı kızartılarak boğanın içinde can vermiş. Bu olay yaşandığında Perillus’un oğlu 4 yaşındaymış Babasının çırağı olan küçük çocuk, tüm yaşananlara şahit olmuş. Phalaris çocuğa dönüp “Baban öldü. Artık bir piçsin.” demiş ve pis pis sırıtmış.
Phalaris’in oğlunun adı Fistuk, Perillus’un oğlunun adı ise Finduk’muş. Büyük kardeş Finduk, yıllarca üvey evlat muamelesi görmüş. Zaten üvey evlatmış. Phalaris, Finduk’u hep itip kakmış. Birkaç kez ciddi ciddi öldürmeyi düşünmüş. Ama Finduk yüzünü döndüğünde Fistuk’un tıpa tıp aynısı olduğu için Phalaris bir türlü Finduk’un canına kıyamamış. Ne kadar acımasız da olsa, babaymış. Finduk’un büyüme çağında yaşadıkları onu pasif ama içten içe hırslı bir insan haline getirmiş. Otoriteyi kabul edermiş, ama hep söylenirmiş.
Finduk ile Fistuk, Aztekli’nin koluna girip onu şehrin merkez karakoluna götürmüşler. Aztekli’nin eli kolu bağlıymış. Arkadaşlarına yetişemeyeceğini kabullenmiş ve hüzünlü bir şekilde kaderini beklemeye başlamış.